Tavaf
Visual Sunday
Fotoğraf sanatçısı Şener Yılmaz Aslan Mashallah News’le “Tavaf” isimli projesi hakkında konuştu. 1986 yılında Malatya’da doğan sanatçı, Marmara Üniversitesi’nde endüstriyel tasarım ve fotoğraf bölümlerinde okudu.
Bu seriye ne zaman ve nasıl başladın ?
Biliyorsunuz Gezi Eylemleri (Haziran Direnişi) Türkiye için bir milattır. Sanatı da gezi öncesi ve gezi sonrası diye iki döneme ayırabiliriz. Bu yüzden bu soruyu, “Gezi’den birkaç ay önce başladım” şeklinde cevaplayabilirim. Fotoğraf bölümü son sınıftaydım ve bu proje aynı zamanda diploma projem oldu. Okul ile birlikte yarı zamanlı olarak Fulya’daki Box in a Box Idea’da çalışıyordum. Bu yüzden sürekli olarak işe gitmek için metro ve vapur kullanıyordum. Bu da benim metroda gözlem yapabilmem için büyük bir avantajdı.
Her sabah insanların nasıl bir makine gibi metroya binip, iner inmez de vapura koşturduğunu görüyor ve kendime dışarıdan baktığımda kimseden farklı olmadığımı şiddetle hissediyordum. Tabi ki bu durumun en moral bozucu ve sıkıcı kısmı ise her gün tekrarlanıyor olmasıydı. Otomatize olmuş karıncalardan farkımız yok, askeri bir disiplinle hep başkasının belirlediği bir saatte evden çıkıyor ve başkasının belirlediği bir saatte eve dönüyoruz. Varlığından zaten haberdar olduğumuz bu rutinin tam merkezine girdiğimde öylesine etkilendim ve korktum ki, başkalarının da en az benim kadar korkmalarını, endişelenmelerini sağlamalıydım.
Metroda ne çeşit insanlar gidip geliyor?
Tahmin edebileceğinizden çok daha çeşitli insanlara rastlamak mümkün. Ancak insanlar şekil olarak farklı olsalar da yüz ifadesi olarak neredeyse aynılar, çünkü ya uykudan yeni uyanmış oluyorlar ya da yorucu bir günün ardından evlerine dönüyorlar ve bu tempoya rağmen kimsenin de hak ettiği ücreti alabildiğini sanmıyorum. Hâlinden memnun görünen çok az insan var. Bu da sorunların eşit sorunlar olduğunun göstergesi.
Aslında Maksim Gorki’nin şu sözleri projem için aydınlatıcı bir metindir:
Her sabah nereye gittiğini bilmeden bir işe giden, her akşam nereden çıktığını bilmeden bir işten çıkan, sevmediği hayatı yaşayan, sevmediği işi yapan, sevmediği kişilerle yaşayan, kalabalıklar yüzünden yaşamaya karşı ne bir sevgi, ne de bir sevgisizlik işareti olmadan gelip geçen, her akşam evinin dört duvarı arasına sanki bir mezara girermiş gibi giren, gecelerini bir sıkıntı yorganının altında yalnız ya da yanındaki yabancı gövdeyle geçiren bütün ölü kentlerin, ölü doğmuş çocukları! Size bu ölü yaşamı hazırlayan sermaye sahibi egemen sınıftır, bu acımasız oyunun varlığı siz izin verdiğiniz sürece sürecektir.
Nasıl oluşturdun bu fotoğrafları ?
Her şeyden önce uzun süre gözlem yaptım, birçok metro durağını gezdim, uygun mekânlar aradım. Mekânları nasıl daha “güçlü” kılabileceğimin yollarına baktım ve çeşitli eskizler yaptım. Ardından belirlediğim eskizlere uygun fotoğraflar çektim. Örneğin “Gidenler” isimli fotoğrafı oluşturmak için yüzlerce fotoğraf çektim ve bu fotoğraflar arasından bir seçim yapıp bunları photoshop ile yan yana getirdim. Yani fotoğraflarımdaki insanlar aslında aynı mekândalar da, farklı zamanlarda orada bulunmuş olabilirler. Tabi bu fotoğrafları oluştururken kendimi yalnızca dışarıdan bakan biri olarak değil, aynı “Tavaf” içerisinde bulunan biri olarak da gördüm.
Bu projeye devam edecek misin?
Tabi ki, uzun süreli bir proje olacak benim için. İşleri tasarlamak, fotoğraflamak ve ardından istenilen görüntüleri oluşturmak uzun zaman alıyor. Farklı şehirlerden farklı ulaşım araçlarını da çalışmak istiyorum.